Marka, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun[i] 4. maddesinde, bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlaması koşuluyla kişi adları, şekiller, harfler, sayılar, malların biçimi veya ambalajları gibi işaretler olarak tanımlanmıştır. Başka bir ifadeyle marka, işletmelerin ticari kimliğini yansıtan, ürün ve hizmetlerini piyasada tanınır kılan ayırt edici işaretlerdir. Örneğin; Nike logosu ya da Coca-Cola yazı stili markanın tipik örnekleridir. Marka ihlali ise markanın sahibinden izin alınmadan kullanılması veya markanın ayırt ediciliğini ve itibarını zedeleyecek şekilde taklit edilmesi durumunda ortaya çıkar. 6769 sayılı Kanun’un 29. maddesi uyarınca, markanın sahibinin izni olmaksızın markayla aynı veya ayırt edilemeyecek derecede benzer işaretlerin aynı mal veya hizmetler için kullanılması marka hakkına tecavüz sayılmaktadır. Örneğin “Adibas” ibaresiyle spor ayakkabı satılması ya da ünlü bir markanın logosunun sahte ürünlerde kullanılması marka hakkına tecavüz niteliği taşır.
Telif hakkı ise 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK)’te[ii] düzenlenmiştir. Kanuna göre eser, sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim, edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema alanlarında yaratılmış fikir ve sanat ürünüdür (FSEK m.1). Eser sahibine, hem mali (çoğaltma, yayma, işleme, temsil vb.) hem de manevi (adının belirtilmesi, eserin bütünlüğünün korunması vb.) haklar tanınır. Telif hakkı ihlali ise bu hakların eser sahibinden izin alınmadan kullanılmasıdır. Örneğin, bir karikatüristin çiziminin sosyal medyada izinsiz paylaşılması ya da bir müzik eserinin izinsiz olarak YouTube’a yüklenmesi telif hakkı ihlali niteliğindedir.
Marka ihlali ile telif hakkı ihlali arasındaki temel fark, korudukları hukuki menfaatten kaynaklanır. Marka ihlali, ticari işaretlerin izinsiz kullanımına ilişkindir ve esasen işletmelerin ekonomik değerlerini ve tüketicilerin doğru bilgilendirilmesini korur. Telif hakkı ihlali ise edebi, sanatsal ve bilimsel eserlerin korunmasına yöneliktir ve yaratıcının emeğini korumayı amaçlar. Bu nedenle, sahte Louis Vuitton çantalarının satılması marka ihlali iken; aynı markanın reklam müziğinin izinsiz paylaşılması telif hakkı ihlali niteliğindedir.
Bu iki ihlal alanı farklı düzenlemelere tabi olsa da özellikle internet ortamında çoğu zaman iç içe geçmektedir. Örneğin, bir e-ticaret sitesinde hem sahte ürün satışıyla markaya tecavüz edilebilir hem de ürün görsellerinde telif hakkı ihlali söz konusu olabilir.
Teknolojinin gelişmesi ve dijitalleşmenin hayatın her alanına girmesi, fikri mülkiyet hukukunu ve marka korumasını önemli ölçüde etkilemiştir. İnternetin yaygınlaşması sayesinde kullanıcılar bilgiye, eserlere ve ürünlere hızlıca ulaşabilmekte; bu durum eser sahipleri ve marka hakları açısından fırsatlar kadar riskler de yaratmaktadır. Günümüzde müzik, film, karikatür gibi fikri mülkiyete konu eserlerin yanı sıra markaların da internet ortamında izinsiz paylaşımı veya taklidi yaygın bir sorun haline gelmiştir.
Yakın dönemde ünlü karikatüristlerin eserlerinin sosyal medya hesaplarında ve çeşitli internet sitelerinde izinsiz paylaşılması, telif hakkı ihlallerini gündeme getirmiştir. Benzer şekilde, markaların ayırt edici işaretleri de çoğu kez e-ticaret sitelerinde sahte ürün satışıyla veya sosyal medyada yetkisiz reklamlarla ihlal edilmektedir. Bu durum, yalnızca eser sahiplerinin değil, marka hakkı sahiplerinin de ciddi zararlar yaşamasına sebep olmaktadır.
İnternet kullanımındaki hızlı artış, hukuka aykırı içeriklerin ve hatta suç teşkil eden fiillerin dijital ortama taşınmasını kolaylaştırmıştır. Kanun koyucu bu sorunlara çözüm üretmek amacıyla çeşitli düzenlemeler yapmış, bunların başında ise 2007 yılında yürürlüğe giren ve birkaç kez değişikliğe uğrayan 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun[iii] gelmektedir. Kamuoyunda “İnternet Kanunu” olarak bilinen bu düzenleme, içerik sağlayıcı, yer sağlayıcı ve erişim sağlayıcı kavramlarını tanımlamış ve her biri için farklı hukuki sorumluluklar öngörmüştür. İçerik sağlayıcı: 5651 sayılı Kanunda, “internet ortamı üzerinden kullanıcılara sunulan her türlü bilgi veya veriyi üreten, değiştiren ve sağlayan gerçek veya tüzel kişiler’’ şeklinde tanımlanmıştır. Yer sağlayıcı ise yine ilgili kanunda “hizmet ve içerikleri barındıran sistemleri sağlayan veya işleten gerçek veya tüzel kişiler’’ olarak tanımlanmıştır. Üyelik gerektiren veya hesap sahibi olunan web sitelerinde, hesap sahipleri veya üyeler tarafından yapılan paylaşımlar yönünden bakıldığında, bu paylaşımı gerçekleştiren kişi içerik sağlayıcıdır. İçeriğin paylaşıldığı web adresinin sahibi olan gerçek veya tüzel kişi ise yer sağlayıcıdır. Fakat içeriği paylaşan, üreten ya da web sitesine yükleyen bizzat web sitesinin admini ise bu kez web sitesinin sahibi olan tüzel kişi veya gerçek kişi içerik sağlayıcı, hosting hizmeti veren firma ise yer sağlayıcı konumunda olacaktır. Hosting, internet sitelerinin veya uygulamaların dosyalarının, verilerinin ve içeriklerinin sürekli erişilebilir olması için güçlü sunucularda barındırılması hizmetini ifade eder. Teknik olarak, bir web sitesinin çalışabilmesi için gerekli tüm veriler bir “hosting sağlayıcısı” tarafından saklanır ve internet üzerinden erişime açılır.
İçerik Sağlayıcı ve Yer Sağlayıcının Sorumluluğu
İnternet üzerinde marka hakkını ihlal eden içeriklerle karşılaşıldığında, hak sahibinin karşısına az önce değindiğimiz iki farklı aktör çıkmaktadır. Bunlardan biri, ihlali doğrudan gerçekleştiren içerik sağlayıcı; diğeri ise bu içeriğin internet ortamında var olmasına imkân tanıyan yer sağlayıcıdır. Ancak internetin anonim yapısı ve ihlali gerçekleştiren kişinin farklı ülkede bulunabilmesi gibi sebepler, çoğu zaman içerik sağlayıcıya ulaşmayı zorlaştırmaktadır. Bu nedenle hak sahipleri, çoğu zaman daha erişilebilir ve teknik imkâna sahip olan yer sağlayıcılara yönelmektedir. Yer sağlayıcılar doğrudan ihlali gerçekleştirmeseler de bu sebeple sorumluluk tartışmalarının merkezinde yer almaktadır.
Türkiye’de bu alandaki en kapsamlı düzenleme, 2007 tarihli 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun ile yapılmıştır. Kanunda içerik sağlayıcı, yer sağlayıcı, erişim sağlayıcı ve toplu kullanım sağlayıcı kavramları tanımlanmış ve bunların yükümlülükleri belirlenmiştir. İçerik sağlayıcı, internet ortamına sunduğu içerikten doğrudan sorumlu iken (m.4), yer sağlayıcı yalnızca hizmet ve içerikleri barındıran sistemleri sağlayan kişi olarak tanımlanmış olup (m.5) kural olarak bu içerikten sorumlu değildir. Ancak Kanun’un 8 ve 9. maddelerine göre, hukuka aykırı içerikten haberdar edilmesi veya bildirim yapılması halinde içeriği yayından kaldırma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu sistem Türk hukukunda “uyar–kaldır” mekanizması olarak bilinir ve yer sağlayıcının sorumluluğu, yalnızca hukuka aykırılığı öğrendikten sonra harekete geçmemesi halinde doğar.
Burada kritik ayrım, yer sağlayıcının aktif ya da pasif konumda olup olmadığıdır. Yer sağlayıcı yalnızca teknik altyapı sunuyor ve içerik üzerinde doğrudan bir etkide bulunmuyorsa pasif kabul edilir ve güvenli liman ilkesinden yararlanır. Güvenli liman (safe harbour), internet aktörlerinin—özellikle yer sağlayıcı ve aracı hizmet sağlayıcıların—hukuka aykırı içeriklerden doğrudan sorumlu tutulmasını engelleyen özel bir muafiyet rejimidir. Türk hukukunda da 5651 sayılı Kanun’un 5. maddesinde yer sağlayıcıya “barındırdığı içerikleri kontrol etme yükümlülüğü olmadığı” açıkça belirtilmiş; ancak aynı Kanun’un 8 ve 9. maddelerinde hukuka aykırı içerikten haberdar edilmesi halinde içeriği kaldırma zorunluluğu düzenlenmiştir. Böylece, platformlar haksız şekilde otomatik sorumluluk altında bırakılmazken, hak sahiplerinin bildirimleri sonrası harekete geçmeyen platformlara karşı da sorumluluk imkânı tanınarak bir denge kurulmuştur.
Avrupa Birliği hukukunda da benzer bir yaklaşım benimsenmiştir. E-Ticaret Direktifi ile güvenli liman ilkesi düzenlenmiş; pasif konumda kalan ve yalnızca teknik altyapı sağlayan platformlar sorumluluktan muaf tutulurken, içerikleri öne çıkaran, satıcıları teşvik eden veya ekonomik fayda sağlayacak şekilde içerikle etkileşim kuran platformların bu korumadan yararlanamayacağı kabul edilmiştir. Nitekim Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın (ABAD) L’Oréal v. eBay (C-324/09, 2011) kararında, eBay’in yalnızca pasif bir platform olmadığı; satıcıları teşvik eden ve lojistik destek sağlayan yapısıyla aktif bir rol üstlendiği vurgulanmış, bu nedenle güvenli liman korumasından yararlanamayacağına hükmedilmiştir.[iv]
Bu yaklaşım Türk hukukuna da yansımış, özellikle e-ticaret platformlarına getirilen yeni yükümlülüklerle desteklenmiştir. Böylelikle yer sağlayıcıların pasif kaldıkları sürece sorumluluktan muaf tutulmaları, ancak aktif davranışlarda bulunmaları halinde doğrudan sorumlu sayılmaları yönündeki ikili yapı, hem AB hem de Türk hukukunda ortak bir prensip haline gelmiştir.
5651 sayılı Kanun’un yanı sıra, 2014 tarihli 6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun[v] da önemli bir adım olmuştur. Bu kanunla “aracı hizmet sağlayıcı” kavramı getirilmiş; başkalarına ait iktisadi ve ticari faaliyetlerin yapılmasına elektronik ortam sağlayan platformlar (örneğin Trendyol, Hepsiburada, N11) bu kategoriye dâhil edilmiştir. 2022 yılında yürürlüğe giren 7416 sayılı Kanun değişiklikleriyle[vi] birlikte bu platformların sorumluluğu daha da somutlaştırılmış ve hak sahibinden gelen bildirim sonrası 48 saat içinde içeriğin kaldırılması zorunlu hale getirilmiştir. Böylece, yer sağlayıcıların artık yalnızca pasif değil, belirli durumlarda aktif tedbir almakla da yükümlü oldukları görülmektedir. Bu durum, Türk hukukunun AB yaklaşımına yaklaştığını göstermektedir.
Uygulamada Yargıtay kararları da bu ayrımı netleştirmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2014 tarihli kararında[vii], yer sağlayıcının üçüncü kişilerin ihlallerini bilmesinin beklenemeyeceği, ancak ihlal bildirimi sonrası içeriği kaldırmaması halinde sorumluluk doğacağı açıkça ifade edilmiştir. Yine Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2019 tarihli kararında[viii] da marka hakkına tecavüz iddiasında yer sağlayıcının doğrudan sorumluluğunun bulunmadığı; ancak uyarı sonrası harekete geçmemesi durumunda sorumlu tutulabileceği vurgulanmıştır. Bu kararlar, yer sağlayıcıların kusursuz sorumluluk esasına göre değil, bildirim esasına göre sorumlu tutulduğunu ortaya koymaktadır. Somut örnekler de bu ayrımı daha anlaşılır kılmaktadır. Örneğin; Instagram ve TikTok gibi sosyal medya platformlarında sahte ürünlerin reklamı içerik sağlayıcılar tarafından yapılmaktadır. Bu reklamların kaldırılması için markaların şikâyette bulunması gerekir; yer sağlayıcı konumundaki platformlar, bildirim sonrasında içeriği kaldırmazlarsa sorumluluk doğar. Trendyol gibi e-ticaret platformlarında ise 7416 sayılı Kanun’un getirdiği 48 saatlik kural, yer sağlayıcıların aktif yükümlülüğünü ortaya koymaktadır. Yani hak sahibinin ihbarı üzerine ürün satışının devam etmesi durumunda platform doğrudan sorumlulukla karşılaşabilecektir. Bu örnekler, içerik ve yer sağlayıcıların hukuki sorumluluklarının somutlaşmasına katkı sağlamaktadır.
İnternet ortamında yer sağlayıcıların rolü, dijitalleşme ve e-ticaretin hızla gelişmesiyle birlikte daha da önemli hale gelmiştir. İçerik sağlayıcılar doğrudan sorumlu olmakla birlikte, çoğu zaman anonim yapıları veya farklı ülkelerde bulunmaları nedeniyle hak sahipleri açısından ulaşılması güçtür. Bu nedenle, teknik olarak içeriği erişime kapatma veya kaldırma imkânına sahip olan yer sağlayıcılar, hukuki sorumluluk tartışmalarının merkezinde yer almaktadır. Türk hukukunda 5651 sayılı Kanun ile getirilen “uyar–kaldır” mekanizması ve sonrasında 6563 ile 7416 sayılı düzenlemeler, yer sağlayıcıların sorumluluğunu pasif olmaktan çıkarıp, belirli durumlarda aktif tedbirler alma zorunluluğu getirmiştir. Böylece AB yaklaşımıyla paralel şekilde, güvenli liman rejimi korunurken, marka ve fikri mülkiyet hakkı ihlallerine karşı daha etkin bir koruma sağlanması amaçlanmıştır. Yargıtay kararları da bu yaklaşımı desteklemekte; yer sağlayıcıların doğrudan sorumlu olmayacağını, ancak bildirim sonrası harekete geçmemeleri halinde sorumluluklarının doğacağını açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim Yargıtay 11. Hukuk Dairesi bir kararında ihtar yapılmasına rağmen içeriğin kaldırılmamasına ilişkin “Somut olayda, davacıların dava açılmadan önce davalı yer sağlayıcıya, ihtarnamelerinin ulaştığı, içeriğin kaldırılmaması üzerine yetkili sulh ceza mahkemesine başvurularak kaldırılmasının temin edildiği sabittir. Bu durumda mahkemece, davacılar tarafından gönderilen ihtarın usule aykırı olduğu gerekçesiyle sorumluluk doğurmayacağı yorumu doğru değildir. Mahkemece, davacının tazminat ve diğer talepleri yönünden, haksız rekabet niteliğinde olan ve davalıya ulaşan ihtarnamelerde belirtilen dava konusu ifadelerin, ihtarnamelerde verilen sürelerin hitamı ile yayımdan kaldırıldığı tarih arasında yayımda kalma süresi de nazara alınarak bir değerlendirme yapılması ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesi yerinde olmamış; bozmayı gerektirmiştir.’’ diyerek, uyarı ile haberdar olmasına rağmen içeriği kaldırmayan yer sağlayıcının zarardan sorumlu tutulabileceğini kabul etmiş ve özellikle içerik yayında kaldığı sürenin tazminat hesabında dikkate alınacağını vurgulamıştır.[ix]
Bildirime rağmen hukuka aykırı içerik kaldırılmadığında hak sahibi tarafından başvurulacak yol ise talebin niteliğine göre değişmektedir: Öncelikle, erişimin engellenmesi veya içeriğin çıkarılması talepleri, 5651 sayılı Kanun’un 9 ve 9/A maddeleri uyarınca birer koruma tedbiri niteliğinde olup, bu başvurularda görevli merci Sulh Ceza Hâkimlikleri’dir. Buna karşılık, ihlalin telif hakkına ilişkin olması hâlinde, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 76. maddesi gereği görevli mahkeme Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemeleri, bu mahkemelerin bulunmadığı yerlerde ise Asliye Hukuk Mahkemeleri’dir; bu davalarda tecavüzün men’i, ref’i, tazminat ve ihtiyati tedbir taleplerinde bulunulabilir (FSEK m.66 vd.). Marka hakkı ihlallerinde ise, 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 156. maddesi uyarınca yine Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemeleri görevli olup, aynı şekilde bu mahkemelerin bulunmadığı yerlerde Asliye Hukuk Mahkemeleri görevlidir; burada da tecavüzün önlenmesi, ihlalin durdurulması, maddi ve manevi tazminat ile ihtiyati tedbir talepleri ileri sürülebilir (SMK m.149 vd.). Son olarak, ihlalin niteliğine göre FSEK m.71 vd. veya Türk Ceza Kanunu kapsamındaki suç tipleri oluştuğu takdirde, yer sağlayıcı doğrudan fail olmasa dahi, hukuka aykırı içeriğin yayında kalmasına katkısı sebebiyle ceza hukuku sorumluluğu yönünden de değerlendirilebilecektir.
SMK m. 156’nın 3. fıkrasında ise bu davalara bakmakla yetkili mahkeme düzenlenmektedir. Buna göre, hak sahibi tarafından, üçüncü kişiler aleyhine açılacak hukuk davalarında yetkili mahkemenin seçimi, seçimlik hak olarak düzenlenmiş olup davacının yerleşim yeri veya hukuka aykırı fiilin gerçekleştiği yahut bu fiilin etkilerinin görüldüğü yer mahkemesidir. Söz konusu davacının yerleşim yeri olduğunda bunun tespiti oldukça kolaydır. Buna karşın, tecavüz fiillerinin internet aracılığıyla gerçekleştiği hallerde “hukuka aykırı fiilin gerçekleştiği yer mahkemesi” ve “fiilin etkilerinin görüldüğü yer mahkemesi”’nin neresi olacağı, davanın yetki bakımından reddedilmemesi açısından önem arz etmektedir.
İnternet ortamında hukuka aykırı fiilin gerçekleştiği yerin tespiti için de bu hukuka aykırı fiilin nerede işlendiği önem arz etmektedir. İnternet aracılığıyla sınai mülkiyet hakkı sahibine ait hakların ihlali bakımından, ihlali konusu hukuka aykırı fiil, internete yükleme, internette kullanıma sunma şeklinde oluşacağından, bu hukuka aykırı fiilin gerçekleştirildiği yer mahkemesi yetkili olacaktır. Marka, tasarım ve buna benzer, hak sahibine ait tüm sınai hakların internet ortamında ihlal edilmesi halinde fiilin etkilerinin yer bakımından nerede görüldüğünün tespiti gerekmektedir. Nitekim konuyla paralellik arz eden televizyon yayını hakkında verilen Yargıtay 11. HD, 14.06.2010 T., 2009/1387 E., 2010/6824 K. sayılı kararı şu şekildedir: “…mahkemece, televizyon yayınının mahkemenin kaza sınırları içerisinde de yapıldığı, haksız fiilin meydana geldiği yer mahkemesinin de yetkili olduğu nazara alınarak, davalı tarafın yetki itirazının reddi ile uyuşmazlığın esasına girilerek neticesine göre bir karar verilmesi gerekirken, yetkisizlik kararı verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.” [x]
Bu bakımdan, tecavüz fiili, Türkiye’de bulunan kişiler tarafından ulaşılabilen bir internet sitesi aracılığıyla gerçekleştirildiği takdirde, yani ihlal konusu marka, tasarım vb. ürünler Türkiye’den ulaşılabilen bir internet sitesinde hak sahibinin rızası alınmaksızın kullanıldığı takdirde, bu fiilin etkilerinin her yerde görülebileceğinin ve hak sahibinin hakkı kötüye kullanmaması şartıyla herhangi bir yer mahkemesinde dava açabileceğinin kabulü gerekir.[xi]
Bunun yanı sıra, 7155 sayılı Kanunun 06/12/2018 tarihinde kabulü ile Türk Ticaret Kanunu’nun[xii] 5/A maddesine eklenen hüküm neticesinde, fikri mülkiyet haklarından doğan ve konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri de zorunlu arabuluculuğa tabidir. Buna göre örneğin Türk Patent ve Marka Kurumu’nun fikri mülkiyet hakları ile ilgili verdiği kararlara karşı iptal davası açmadan önce arabulucuya gitme zorunluluğu olmadığı gibi, fikri mülkiyet haklarına karşı hükümsüzlük davası açmadan önce de arabulucuya gitme zorunluluğu bulunmamaktadır. Buna karşılık fikri mülkiyet haklarının ihlali nedeniyle örneğin bir marka veya patentin taklit edilmesi halinde açılacak tazminat davalarında öncelikle arabulucuya başvurmak gerekir veya fikri mülkiyet hakkının lisans verilmesinden doğan lisans bedelinin talebi için dava açılmadan önce arabulucuya gitmek zorunludur.
Değinilmesi gereken bir diğer husus ise, fikri mülkiyet haklarında, tahkim şartı barındıran sözleşmelerde işbu sözleşmeden doğan uyuşmazlıkların tamamının tahkime elverişli olduğu görüşü yaygındır. Ancak öğretide bazı yazarlar, tescile tabi olan haklarda hak sahibinin bu hak üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği, hak sahibinin korumadan ancak tescil sonrası faydalanabileceği ve tescilin ancak yetkili makamların incelemesi sonrası geçerlilik kazanabileceği sebebiyle tescile tabi hakların tahkime konu edilemeyeceği görüşündedir.[xiii] Zira Türkiye’de, tescil işlemleri devletin idari bir kurumu olan Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından kamu otoritesine dayanılarak yapılmaktadır ve tescil işlemlerinin herkes için hüküm ifade ettiği (erga omnes) anlamına gelmektedir.[xiv] Gerçekten de 4686 sayılı Milletlerarası Tahkim Kanunu madde 1 “Türkiye’de bulunan taşınmaz mallar üzerindeki aynî haklara ilişkin uyuşmazlıklar ile iki tarafın iradelerine tâbi olmayan uyuşmazlıklarda uygulanmaz.” şeklinde düzenlenmiş olup, tescil işlemlerinin tarafların iradelerine bağlı olmaması sebebiyle, bu nitelikteki uyuşmazlıklarda tahkime başvurulamayacaktır. Dolayısıyla marka, patent, tasarım gibi fikri mülkiyet haklarının tescilleri ile bu tescillerin iptali veya hükümsüzlüğünden bahisle oluşan uyuşmazlıklar tahkime konu edilemeyecektir. Bu bakımdan, tahkime başvurulacak fikri mülkiyet haklarından kaynaklı uyuşmazlığın, tarafların iradelerine tabi olan ve üzerinde tasarrufta bulunabileceği nitelikte bir uyuşmazlık olması gerekmektedir. Fikri mülkiyet hakları ile alakalı lisans ve devir gibi tüm sözleşmesel ilişkiler ile fikri mülkiyet hakkı tecavüzü iddialarından doğan uyuşmazlıkların çözümünün Türk Hukuku’na göre tahkime elverişli olduğu sonucu çıkartılabilir.
Sonuç olarak, marka ve telif hakkı ihlallerinde içerik sağlayıcılar doğrudan sorumlu tutulmakta; ihlalin durdurulması, tazminat, ürünlerin toplatılması ve imhası gibi hukuki yaptırımların yanı sıra hapis ve adlî para cezalarıyla da karşılaşabilmektedir. Yer sağlayıcılar ise kural olarak içerikten sorumlu olmamakla birlikte, “uyar–kaldır” mekanizması kapsamında hak sahibinden gelen bildirim sonrası içeriği kaldırmakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde tazminat ve idari para cezaları gündeme gelmekte, ayrıca aktif rol üstlenen platformlar için sorumluluk daha da ağırlaşmaktadır. Yer sağlayıcıların her ne kadar doğrudan cezai sorumlulukları bulunmasa da ihlali bilerek ve isteyerek kolaylaştırmaları halinde iştirak hükümleri çerçevesinde sorumlulukları tartışılabilmektedir.
Konuya ilişkin detaylı bilgi almak için bize buradan ulaşabilirsiniz.
Büromuzun Bilişim Hukuku alanındaki çalışmaları hakkında detaylı bilgiyi internet sayfamızdan alabilirsiniz.
Aysu SERKE
Uçar Hukuk & Danışmanlık Bürosu
Düzenleyen: Av. Baver UÇAR
Kaynakça
[i] 6769 Sayılı Kanun – Sınai Mülkiyet Kanunu (2016)
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.6769.pdf
[ii] 5846 Sayılı Kanun – Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (1951)
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.3.5846.pdf
[iii] 5651 Sayılı Kanun – İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun (2007)
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=5651&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5
[iv]Yasaman, Zeynep. “Avrupa Birliği ve Türk Hukuku Bakımından İnternet Yer Sağlayıcılarının Marka İhlalleri Kapsamında Sorumlulukları”. Marmara Üniversitesi Avrupa Araştırmaları Enstitüsü Avrupa Araştırmaları Dergisi 27/2 (31 Aralık 2019): 263-291. https://doi.org/10.29228/mjes.16
[v] 6563 Sayılı Kanun – Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun (2014)
https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6563.pdf
[vi] 7416 Sayılı Kanun – 6563 Sayılı Kanun’da Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (2022)
https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/07/20220707-2.htm
[vii] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 15.01.2014 T., 2013/1138 E., 2014/16 K., LEXPERA İçtihat, https://www.lexpera.com.tr/ictihat/yargitay/hukuk-genel-kurulu-e-2013-1138-k-2014-16-t-15-1-2014
[viii] Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 16.12.2019 T., 2019/618 E., 2019/8167 K., LEXPERA İçtihat, https://www.lexpera.com.tr/ictihat/yargitay/11-hukuk-dairesi-e-2019-618-k-2019-8167-t-16-12-2019
[ix] Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, 21.01.2020 T., 2019/5303 E., 2020/629 K., LEXPERA İçtihat, https://www.lexpera.com.tr/ictihat/yargitay/11-hukuk-dairesi-e-2019-5303-k-2020-629-t-21-1-2020
[x] Yargıtay 11. HD, 14.06.2010 T., 2009/1387 E., 2010/6824 K. (Alıntılandığı yer: Uğur Çolak, Türk Marka Hukuku, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2018, s. 758)
[xi] Çolak, Uğur. Türk Marka Hukuku. On İki Levha Yayıncılık, İstanbul, 2018, s. 758.
[xii] 6102 Sayılı Kanun – Türk Ticaret Kanunu (2011)
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=6102&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5
[xiii] Ateşçi, Kardelen. Türk Hukuku Uyarınca Tahkime Elverişlilik ve Tahkime Elverişli Olmayan Haller. AHG, 2021, s. 19.
[xiv] Bozkurt Yüksel, Armağan Ebru. Fikri Mülkiyet Uyuşmazlıklarında Tahkim. Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi, 2009, s. 358.