Giriş
Uluslararası ticaret, ülkelerin birbirleri ile ithalat ya da ihracat yolu ile mal alım satımları gerçekleştirmesidir. Tarihte coğrafi keşifler ile başlayan ve önemli ticaret yollarının kurulması ile devam eden süreç ülkeleri ekonomik olarak birbirlerine bağlamıştır. Ülke içerisindeki üretim yetersizlikleri, ülkeler arasında oluşan fiyat farklılıkları, küresel ekonomide ülkeler arasında uzmanlaşma ve iş bölümünün meydana gelmesi gibi faktörler ülkeleri ekonomik olarak birbirine bağlamış başka bir ifade ile ülkeleri uluslararası ticarete yönlendirmiştir. Bu kapsamda, ülkeler arasında gelişen mal ve hizmet alışverişinin belirli kurallara bağlanması ihtiyacı, uluslararası ticaret hukukunu ortaya çıkarmıştır. En geniş anlamda uluslararası ticaret hukuku; ticari işlem ve sözleşmeleri etkileyen ulusal ve uluslararası düzenlemeler ile teamül hukuku ve hukukun genel ilkelerinden oluşan kurallar bütünü olarak tanımlanabilir.[i]
Tarih sahnesinde uluslararası ticaret hukukunun gelişimi Orta Çağ, 18. Ve 19. yüzyıl dönemi ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem olmak üzere üç aşamada incelene bilir. Orta çağdaki uluslararası ticaret hukuku lex mercatoria olarak da adlandırılır. Lex mercatoria, dönemin seyyar tüccarları arasında, farklı ticaret merkezlerinde gelişen ortak uygulamalara ve yerleşik ticari alışkanlıklara dayanan bir tür örf ve adet hukukudur. Uluslararası nitelikte olması, temel kaynağının ticari teamüller olması, uygulamasının yargıçlar tarafından değil tacirler tarafından yapılması, uyuşmazlıkların temelde hakkaniyet ilkesine göre çözülmesi ve noterlik işlevinin bulunması lex mercatoria’nın başlıca özelliklerindendir. 18. ve 19. yüzyıl dönemi ise başta Fransa, Almanya ve İngiltere olmak üzere çoğu toplumun feodal yapıdan ulus devlet yapılanmasına geçiş dönemine tekabül eder ve ulusalcılığın etkisi ile uluslararası ticaretin iç hukuk kuralları ile düzenlendiği bir geçiş süreci olarak nitelendirilmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ise dünya genelinde yeni bir ekonomik yapı ile buna paralel olarak şekillenen bir uluslararası ticaret sistemi ve hukuku ortaya çıkmaya başlamıştır. Özellikle uluslararası ticaretin önündeki gümrük vergileri gibi kamusal engellerin kaldırıldığı gözlenmektedir.
1960’lı yıllarda çevresel sorunların küresel ölçekte hissedilmeye başlamasıyla birlikte, çevrenin korunmasına yönelik hukuki düzenlemeler önem kazanmış ve çevre hukuku, ayrı bir disiplin olarak hukuk literatüründe yerini almıştır. Bu süreç, çevresel kaygıların ticaret hukukuna da yansımasına neden olmuş ve yeşil ticaret kavramının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Yeşil ticaret çevresel etkileri minimize etmek, sürdürülebilir üretim ve tüketimi teşvik etmek amacıyla, ticaret politikaları ve uygulamalarını yeniden çerçeveleyen bir anlayıştır. İklim krizinin derinleşmesi, sürdürülebilir kalkınma hedefleri, tüketici bilincinin artması, yeşil teknoloji ve inovasyonun yükselişi, Avrupa Birliği’nin 2019’da ilan ettiği Yeşil Mutabakat ve Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM) gibi hususlar yeşil ticareti günümüzde önemli bir kavram haline getirmektedir. Bu yazıda, çevre odaklı ticaret politikalarının hukuki görünümünü teşkil eden yeşil ticaret anlayışı ile Avrupa Birliği tarafından uygulamaya konulan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nın (CBAM) uluslararası ticaret hukuku üzerindeki etkileri incelenecektir. Ayrıca, 1 Ocak 2026 tarihinden itibaren AB’ye yapılan karbon yoğun ürün ithalatlarına tam olarak uygulanacak ve bu kapsamda Türkiye’yi de kapsayacak olan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nın (CBAM), çevre dostu bir politika mı yoksa bir ticaret engeli mi olduğu sorusu üzerinde durulacaktır.
Yeşil Ticaret: Hukuki Çerçevesi, Ekonomik ve Çevresel Hedefleri
Günümüzde çevresel bozulmalar, iklim değişikliği ve ekosistem tahribatı gibi küresel ölçekli çevre sorunları, yalnızca çevre politikaları alanında değil, ekonomik ve ticari düzenlemelerde de köklü dönüşümlere yol açmaktadır. Bu gelişmeler neticesinde, çevresel sürdürülebilirlik ilkelerini merkeze alan “yeşil ticaret” kavramı uluslararası hukuk ve ekonomi literatüründe önem kazanmaya başlamıştır. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), yeşil ticareti; çevreye duyarlı ürünlerin, hizmetlerin ve teknolojilerin ticaretini teşvik eden, çevresel hedeflerle ekonomik büyümeyi uyumlaştırmayı amaçlayan ticaret uygulamaları bütünü olarak tanımlamaktadır.[ii]
Yeşil ticaret yalnızca çevreci bir politika tercihi değil; aynı zamanda sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda ticaretin yönünü yeniden tayin eden bir normatif anlayış değişimidir. Bu kapsamda, çevre koruma yükümlülüklerinin uluslararası ticaret hukukuna entegrasyonu ve çevresel standartların dış ticaret üzerinde doğrudan etkisi, yeşil ticaretin çok boyutlu yapısına işaret etmektedir.
Yeşil ticaretin uluslararası ticaret sistemine entegrasyonu büyük ölçüde çevresel sorunların küreselleşmesi ile ivme kazanmıştır. 1992 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı (Rio Zirvesi), çevre ile ticaret arasındaki ilişkinin uluslararası gündeme taşındığı dönüm noktalarından biri olmuştur. Bu süreçte Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ve Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) gibi kuruluşlar, çevreye duyarlı ticaret uygulamalarının geliştirilmesi yönünde çeşitli raporlar yayımlamış ve düzenlemeler önermiştir.
Avrupa Birliği’nin 2019 yılında açıkladığı Avrupa Yeşil Mutabakatı (European Green Deal) ve bununla bağlantılı olarak geliştirdiği Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM), çevresel hedeflerin artık sadece iç hukuk politikalarıyla sınırlı kalmadığını, dış ticaret ilişkilerini de doğrudan şekillendirdiğini ortaya koymuştur.[iii] Bu kapsamda, yeşil ticaret, hem gelişmiş ülkeler açısından küresel çevresel sorumluluğun bir parçası olarak hem de gelişmekte olan ülkeler açısından yeni ticaret engelleri ile karşı karşıya kalma riski bakımından değerlendirilmelidir.
Yeşil ticaretin temel hedefi, ekonomik kalkınma ile çevresel sürdürülebilirlik arasında denge kurmaktır. Bu doğrultuda, bir yandan ticaret hacmini artırarak ekonomik büyümeyi desteklerken, diğer yandan çevreye verilen zararı en aza indirmeyi ve doğal kaynakların etkin kullanımını sağlamayı amaçlar. Çevre dostu üretim süreçlerinin teşvik edilmesi, karbon ayak izinin azaltılması, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının yaygınlaştırılması ve çevresel standartlara uygun mal ve hizmet ticaretinin ön plana çıkarılması bu hedeflerin somut yansımaları arasında yer alır. Ayrıca, yeşil ticaret aracılığıyla sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşılması, iklim değişikliğiyle mücadelede küresel iş birliğinin sağlanması ve çevreye duyarlı bir ekonomik sistemin inşa edilmesi öngörülmektedir. Bu kapsamda yeşil ticaret, yalnızca bir ticaret stratejisi değil; aynı zamanda çevresel sorumluluk bilinciyle şekillenen bir kalkınma yaklaşımı olarak değerlendirilmektedir.
Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM)
Avrupa Birliği’nin 2019 yılında ilan ettiği Avrupa Yeşil Mutabakatı (European Green Deal), Birliğin 2050 yılına kadar karbon nötr bir ekonomi olma hedefini ortaya koymuş; bu hedef doğrultusunda sanayi politikalarının yeniden şekillendirilmesi öngörülmüştür. Söz konusu dönüşüm çerçevesinde geliştirilen Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (Carbon Border Adjustment Mechanism – CBAM), karbon sızıntısı riskini engellemeyi ve AB üreticileri ile üçüncü ülke üreticileri arasında karbon maliyeti açısından rekabet eşitliği sağlamayı amaçlamaktadır. Temel olarak CBAM, AB dışından ithal edilen ve karbon yoğun olarak nitelendirilen belirli ürün gruplarına yönelik bir düzenleme olup, ithalatçıların bu ürünlerin üretiminde salınan karbon miktarına karşılık gelen maliyeti ödemesini öngörmektedir.[iv] Böylece, yüksek karbon salınımı yapan üretim yöntemlerinin AB dışına kaymasının önlenmesi ve küresel ölçekte daha çevreci üretim biçimlerinin teşvik edilmesi hedeflenmektedir. Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM), 2023 yılında başlayan geçiş dönemi kapsamında uygulamaya konulmuş olup, 1 Ocak 2026 tarihi itibarıyla tam olarak yürürlüğe girecek şekilde düzenlenmiştir.[v]
Avrupa Birliği’nin CBAM’ı devreye alması, sadece kendi sınırları içinde değil, küresel ticaret sisteminde de önemli yankılar uyandırmıştır. İlk aşamada çimento, demir-çelik, alüminyum, gübre, elektrik ve hidrojen gibi karbon yoğun sektörleri kapsayan mekanizma, bu sektörlerden yapılan ithalatlarda karbon maliyeti uyumunu zorunlu hale getirmektedir.[vi] Türkiye gibi AB ile yüksek ticaret hacmine sahip ülkeler açısından CBAM, yalnızca çevresel standartlara uyum değil, aynı zamanda rekabet gücü açısından da kritik bir konu haline gelmiştir. AB dışında da benzer uygulamaların gündeme geldiği görülmektedir.[vii] Kanada, İngiltere ve ABD gibi ülkeler, sınırda karbon düzenlemesi niteliğinde çeşitli mekanizmalar üzerinde çalışmakta ya da politika önerileri geliştirmektedir. Bu gelişmeler, CBAM’ın yalnızca bölgesel değil, aynı zamanda küresel düzeyde normlaştırıcı bir etki yaratabileceğini göstermektedir. Avrupa Birliği tarafından uygulamaya konulan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM), yalnızca çevre politikalarına hizmet eden bir araç olmayıp, uluslararası ticaret hukukunu da doğrudan etkilemektedir.[viii] CBAM kapsamında ithal ürünlere getirilen karbon bazlı mali yükümlülükler, GATT 1947’nin ayrımcılığı yasaklayan I. ve III. maddeleriyle potansiyel bir çatışma doğurabilir.[ix] Ayrıca, düzenlemenin hesaplama yöntemleri ve raporlama yükümlülükleri, GATT md. X uyarınca şeffaflık ve öngörülebilirlik ilkeleri bağlamında tartışmaya açıktır.[x] Nitekim DTÖ’nün Shrimp–Turtle kararında da çevresel gerekçelerle alınan önlemlerin ayrımcı biçimde uygulanmasının hukuka aykırılık teşkil edebileceği vurgulanmıştır.[xi]
CBAM’ın uygulama alanı genişledikçe, mekanizmanın uluslararası ticaret hukukuyla, özellikle de Dünya Ticaret Örgütü (“DTÖ”) kurallarıyla uyumu konusunda ciddi tartışmalar gündeme gelmiştir. Mekanizmanın temel eleştirilerden biri, karbon temelli maliyet yükünün üçüncü ülke üreticilerine uygulanması yoluyla, ticarete teknik engel teşkil etme potansiyelidir. Bu durum, özellikle DTÖ’nün ayrımcılık yasağı ve eşit muamele ilkeleri açısından değerlendirilmekte; CBAM’ın çevre koruma hedefi taşısa da ticarette haksız rekabete yol açabileceği öne sürülmektedir. Bununla birlikte, çevre koruma amacı, DTÖ kuralları çerçevesinde mutlak değil, ancak GATT XX. madde uyarınca belirli koşulların yerine getirilmesi durumunda sınırlı bir istisna olarak değerlendirilebilmektedir. Bu çerçevede, AB’nin CBAM uygulamasını tasarlarken çevresel gerekçeleri ön plana çıkararak hukuki meşruiyet zemini oluşturduğu görülmektedir. CBAM’ın Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ilkeleriyle tam olarak uyumlu olup olmadığı, uluslararası hukuk düzeyinde tartışmalı bir alan oluşturmaktadır. Mekanizmanın, özellikle GATT 1947’nin I. maddesinde yer alan ‘en çok kayrılan ülke’ ilkesi ile III. maddede düzenlenen ‘millî muamele’ ilkesine aykırılık teşkil edebileceği ileri sürülebilir. Zira ithal ürünlere getirilen karbon temelli mali yükümlülükler, AB içi üreticiler lehine ayrımcı bir etki doğurabilir. Ayrıca, CBAM kapsamındaki raporlama ve doğrulama süreçlerinin karmaşıklığı, GATT md. X çerçevesinde şeffaflık yükümlülüğü bakımından ihlal iddialarına yol açabilir.[xii] Bu nedenlerle, CBAM uygulamasının ilerleyen dönemde DTÖ uyuşmazlık çözüm mekanizmasına taşınması ve devletler arası davalara konu olması muhtemeldir.[xiii]
CBAM ve Uluslararası Ticaret Üzerindeki Etkileri
CBAM’ın yürürlüğe girmesiyle birlikte, AB’ye ihracat yapan ülkelerin ticaret akışlarında yapısal değişiklikler meydana gelmesi beklenmektedir. Özellikle karbon yoğun sektörlerde faaliyet gösteren ihracatçı ülkeler, AB pazarına erişimde daha yüksek maliyetlerle karşı karşıya kalacak; bu da bazı ülkelerin rekabet gücünü olumsuz yönde etkileyebilecektir.Nitekim literatürde de belirtildiği üzere, Türkiye gibi Avrupa Birliği ile ekonomik entegrasyonu yüksek olan ülkeler açısından CBAM, yalnızca dış ticarette maliyet artışına yol açmakla sınırlı kalmamakta; aynı zamanda üretim süreçlerinin karbon yoğunluğunu azaltacak şekilde çevresel normlara uyarlanmasını zorunlu kılmaktadır.[xiv] Bu bağlamda CBAM, salt bir ticaret politikası aracı olmanın ötesinde, çevresel dönüşümü dışsal bir baskı mekanizması yoluyla teşvik eden yapısal bir düzenleme olarak değerlendirilmektedir.
Gelişmekte olan ülkeler açısından CBAM’ın etkileri çok daha çarpıcıdır. Bu ülkeler genellikle çevresel teknolojilere erişimde kısıtlı kaynaklara sahip olduklarından, karbon maliyetlerini karşılamakta zorlanma ihtimalleri yüksektir. Buna karşın, gelişmiş ülkeler daha önce karbon azaltımına yönelik politikalar uygulamış ve düşük karbonlu teknolojilere geçiş yapmış durumdadır. Bu farklılık, uluslararası ticarette rekabet dengesizliğine yol açabilecek bir zemin yaratmaktadır. Nitekim, CBAM’ın gelişmekte olan ülkeler için bir tür dolaylı ticaret engeli oluşturduğu yönündeki eleştiriler artmakta; adil geçiş ve kapasite geliştirme mekanizmalarının oluşturulması gerekliliği, özellikle Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansları (COP) ve Dünya Ticaret Örgütü toplantılarında gündeme getirilmektedir.
CBAM’ın uygulanması, aynı zamanda çok taraflı ve ikili ticari anlaşmalar açısından da yeni bir hukuki tartışma alanı doğurmuştur. Özellikle Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kuralları ile uyumluluk konusu, ülkeler arasında potansiyel uyuşmazlıkların doğmasına neden olabilir. CBAM’ın ayrımcılık yasağına aykırılık teşkil edip etmediği, ticarette eşit muamele ilkesini ihlal edip etmediği gibi sorular, gelecekte AB aleyhine açılabilecek davaların temelini oluşturabilir. Bu bağlamda, CBAM’ın hem normatif hem de pratik düzeyde uluslararası ticaret hukukunun sınırlarını yeniden tanımlayan bir düzenleme olduğu ifade edilebilir.
CBAM’ın etkileri sektörel düzeyde değerlendirildiğinde ise en çok etkilenecek alanların çelik, çimento, alüminyum ve gübre gibi enerji yoğun ve karbon salınımı yüksek sektörler olduğu görülmektedir. Bu sektörlerde faaliyet gösteren firmalar, Avrupa Birliği’ne ihracat yapabilmek için ya üretim süreçlerinde karbon emisyonlarını azaltmak zorunda kalacak ya da karbon emisyonlarının çevresel etkisini telafi etmek amacıyla uygulanan karbon fiyatlandırması ve CBAM kapsamında ortaya çıkan ek maliyetleri üstlenmek zorunda olacaktır. Bu durum, söz konusu sektörlerde üretim maliyetlerini doğrudan etkileyerek küresel ticarette yeniden yapılanma süreçlerini tetikleyebilir. Ayrıca, düşük karbon teknolojilerine sahip üreticilerin rekabet avantajı elde edeceği; karbon yoğun üreticilerin ise pazar payı kaybıyla karşı karşıya kalabileceği öngörülmektedir. Bu bağlamda, CBAM yalnızca ticaret politikalarını değil, aynı zamanda sanayi stratejilerini de şekillendiren çok boyutlu bir düzenleme olarak; akademisyenler, uluslararası kuruluşlar ve sektör analizlerinde ortak bir değerlendirme olarak kabul edilmektedir.
Yeşil Ticaretin ve CBAM’ın Uluslararası Ticaret Hukukuna Yansımaları
Çevresel kaygıların uluslararası ticaret hukukuna etkisi, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren artarak hissedilmeye başlanmıştır. Ticaretin serbestliği ilkesi ile çevrenin korunması arasındaki dengenin sağlanması, küresel düzeyde hukukî düzenlemelerin temel meselelerinden biri hâline gelmiştir. Bu bağlamda, çevreye duyarlı ticaret politikalarının, uluslararası ticaret hukukunun normatif yapısıyla nasıl bütünleşeceği, devletlerin egemenlik yetkisi ile çok taraflı ticaret rejimi arasındaki sınırları yeniden gündeme taşımaktadır. Yeşil ticaret anlayışı, yalnızca çevre hukukunun değil, aynı zamanda uluslararası ticaret hukukunun da, özellikle 1992 Rio Deklarasyonu, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDG’ler) ve GATT 1947’nin XX. maddesi çerçevesinde yer alan sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda yeniden yorumlanmasını zorunlu kılmaktadır.
CBAM örneğinde olduğu gibi çevre temelli ticaret önlemleri, bazı aktörler tarafından “yeni nesil ticaret kısıtlamaları” olarak değerlendirilmekte; bu düzenlemelerin korumacı eğilimleri maskelediği öne sürülmektedir. Öte yandan Avrupa Birliği gibi aktörler, CBAM’ı çevresel sorumluluk çerçevesinde meşru bir iklim politikası aracı olarak savunmakta ve DTÖ ilkeleriyle uyumlu olduğunu belirtmektedir. Bu ikilik, çevre koruma amacıyla alınan önlemlerin meşruiyeti ile ticaretin serbestliği arasında süregelen gerilimin güncel bir yansımasıdır. Bu noktada hukuki yorumun yönü, düzenlemenin “gizli bir ticaret kısıtlaması” mı yoksa “meşru çevresel önlem” mi olduğuna ilişkin değerlendirmeler çerçevesinde kesin ve bağlayıcı şekilde şekillenmektedir.
İklim değişikliği ile mücadele kapsamında karbon salınımlarını sınırlayan ve sınır ötesi etki doğuran düzenlemelerin artması, uluslararası hukukta da yeni normların oluşumunu gündeme getirmektedir. 2015 tarihli Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Paris Anlaşması ile birlikte karbon nötr hedeflerin uluslararası düzeyde kabul görmesi, çevresel yükümlülüklerin devletlerarası ilişkilerde hukuken bağlayıcı nitelikler taşıyabileceğini göstermektedir. Bu doğrultuda CBAM gibi düzenlemeler, yalnızca ticaret politikası aracı değil; aynı zamanda iklim rejimi ile ticaret hukukunun kesiştiği karma bir hukukî alanın ürünü olarak değerlendirilmektedir. Bu gelişmeler, uluslararası hukuk literatüründe çevre-ticaret ilişkisini yeniden tanımlamakta; sürdürülebilir kalkınma ilkesini, devletlerin ticaret politikası oluşturma serbestîsi ile uyumlu bir zemine oturtma çabasını pekiştirmektedir.
Yeşil Ticaret ve CBAM’ın Uluslararası Ticaretin Geleceğine Etkisi
Yeşil ticaret anlayışı ve bunun en güncel örneklerinden biri olan CBAM, küresel ticaretin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda çevresel öncelikler doğrultusunda şekillenmekte olduğunu göstermektedir. Karbon ayak izinin azaltılması, sürdürülebilir üretim modellerinin benimsenmesi ve çevresel dışsallıkların maliyetlendirilmesi gibi unsurlar, artık uluslararası ticaretin temel parametreleri arasında yer almaktadır. CBAM’ın uygulamaya geçmesiyle birlikte, yalnızca Avrupa Birliği değil, diğer büyük ekonomik blokların da benzer çevresel düzenlemeleri gündeme alması, ticaretin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Paris Anlaşması ve Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı gibi uluslararası ve bölgesel çevre standartlarıyla uyumlu biçimde evrileceğini işaret etmektedir. Bu dönüşüm, ticari faaliyetlerin salt fiyat rekabeti temelinden çıkarılıp karbon içeriği ve sürdürülebilirlik ölçütleri gibi çevresel kriterlerle yeniden tanımlanmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, yeşil ticaret ve CBAM gibi mekanizmalar, önümüzdeki dönemde uluslararası ticaret hukukunun yeniden şekillenmesinde belirleyici bir rol oynayacak; bu bağlamda hukuki, ekonomik ve çevresel boyutları iç içe geçen çok yönlü bir normatif çerçeve oluşturacaktır.
ABD – Karides/Kaplumbağa (Shrimp-Turtle) Davası
Çevre koruma amacıyla alınan ticaret önlemlerinin DTÖ hukukuyla uyumluluğu sorunu, daha önce de uluslararası hukuk gündeminde yer bulmuş; bu çerçevede en çok atıf yapılan örneklerden biri, ABD – Karides/Kaplumbağa (Shrimp-Turtle) davası olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri, deniz kaplumbağalarının korunması amacıyla belirli teknik ekipman kullanılmaksızın avlanan karideslerin ithalatına yasak getirmiştir. Söz konusu önlem, çevresel kaygılarla alınmış olsa da, DTÖ Paneli ve Temyiz Organı bu uygulamanın ayrımcı bir nitelik taşıdığı, yeterli teknik yardım ve esneklik sunulmadığı gerekçesiyle GATT kurallarına aykırı olduğuna hükmetmiştir. Bu karar, çevrenin korunmasının meşru bir ticaret istisnası olarak kabul edilmesine rağmen, alınan önlemlerin orantılılık ve ayrımcılık yasağı ilkeleriyle bağdaşması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu yönüyle karar, CBAM gibi karbon salınımına dayalı düzenlemelerin DTÖ hukukuna uygunluğunun değerlendirilmesinde temel referanslardan biri niteliğindedir; çünkü bu tür önlemlerin de benzer şekilde orantılı, ayrımcılıktan uzak ve şeffaf olması gerekmektedir. Dolayısıyla Shrimp-Turtle davası, CBAM’ın hukuki dayanaklarını değerlendirirken hukuki çerçeveyi belirleyen emsal nitelikli bir uyuşmazlık olarak önemini korumaktadır.
Sonuç
Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM), çevresel sürdürülebilirlik hedefleri doğrultusunda küresel ticaret hukukunun normatif yapısını ve uygulama çerçevesini yeniden şekillendiren kritik bir düzenlemedir. Ancak, karbon maliyetinin sınır ötesine taşınması, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ilkeleriyle—özellikle ayrımcılık yasağı ve eşit muamele prensipleriyle—ne kadar uyumlu olduğu tartışmalıdır. Avrupa Birliği (AB) CBAM’ı çevre koruma önlemi olarak savunsa da, gelişmekte olan ülkelerde rekabet eşitsizliği ve maliyet artışlarına yol açması uygulamanın küresel kabulünü zorlaştırmaktadır.
Bu nedenle CBAM, tek taraflı bir önlem olmaktan çıkarılarak çok taraflı iş birliği ve adil geçiş mekanizmalarıyla desteklenmelidir. Karbon gelirlerinin bir kısmının gelişmekte olan ülkelere aktarılması, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris Anlaşması çerçevesindeki adil geçiş ilkeleri doğrultusunda yürütülmelidir. Uluslararası fonlar ve teknolojik destek mekanizmaları da sürecin şeffaf ve meşru olmasını sağlar.
CBAM öncesinde AB içindeki üreticiler karbon maliyetlerine tabi iken, dışarıdan gelen ürünler bu yükümlülüklerden muaftı; bu da karbon kaçağına ve haksız rekabete neden oluyordu. CBAM ile ithal ürünlerin karbon içeriği de maliyetlendirilerek, dış üreticiler de çevresel maliyetlere katılmak zorunda bırakılmıştır.
1 Ekim 2023’te başlayan geçiş döneminde firmalar raporlama yapmakla yükümlü tutulmuş, 2026’dan itibaren karbon maliyetleri fiilen tahsil edilmeye başlanacaktır. İlk etapta demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre, elektrik ve hidrojen gibi karbon yoğun sektörler kapsamda olup, ilerleyen yıllarda diğer sektörlerin de eklenmesi beklenmektedir.
Bu süreç, üretim ve tedarik zincirlerinde köklü değişiklikler gerektirir. Karbon yoğun üreticiler maliyet baskısıyla daha temiz ve verimli teknolojilere yatırım yapmaya zorlanırken, emisyon ölçüm, raporlama ve doğrulama firmalar için standart haline gelmiştir. Bu dönüşüm hem çevre politikası hem de ticaret ve rekabet açısından önemli bir paradigma değişimidir.
Türkiye için CBAM’ın etkileri büyüktür. AB, Türkiye’nin en büyük ihracat pazarıdır ve özellikle demir-çelik, çimento ile alüminyum sektörlerinde yoğun ticaret vardır. Bu nedenle Türk firmaları karbon ölçüm sistemleri kurmak, yeşil enerjiye geçmek ve AB mevzuatına uygun raporlama altyapısı oluşturmak zorundadır; aksi halde rekabet gücü düşer ve pazar kaybı yaşanabilir.
AB’ye ihracat yapan firmalar için ürünlerin karbon ayak izinin doğru hesaplanması ve kayıt altına alınması kritik önemdedir. 1 Ekim 2023’ten itibaren firmalar her üç ayda bir karbon emisyonlarını beyan etmeli, tedarikçilerinden de bu verileri talep edip belgelemelidir. Beyan edilen veriler bağımsız doğrulayıcılarca onaylanmalı, üretim süreçleri daha verimli ve çevreci teknolojilere dönüştürülmelidir.
Kurumsal düzeyde CBAM’a uyum için firma içinde ilgili ekipler oluşturulmalı, gümrük, ihracat, çevre ve üretim birimleri entegrasyon içinde çalışmalıdır. AB’deki ithalatçılar karbon ayak izi verilerini talep edeceğinden, bilgilerin zamanında ve doğru sunulması ticari ilişkilerin sürdürülebilirliği için gereklidir.
CBAM sadece çevre politikası değil, ticaretin sürdürülebilirliği açısından da yeni bir dönemi başlatmıştır. Türkiye gibi AB ile güçlü ticari ilişkisi olan ülkelerde faaliyet gösteren firmalar için bu, rekabet gücünü artırma fırsatıdır. Doğru hazırlık yapan ve şeffaf raporlama yapan firmalar bu dönüşümden avantajlı çıkar.
Hukuki açıdan, firmalar AB’nin 2023/956 sayılı CBAM Tüzüğü’nü yakından takip etmeli ve yeni düzenlemelere uygun hareket etmelidir. Raporlama süreçleri eksiksiz ve doğru olmalı; aksi takdirde cezai yaptırımlar söz konusu olabilir. Ticari sözleşmeler karbon verisi sağlama yükümlülüğünü ve karbon maliyetlerinin paylaşımını netleştirecek şekilde revize edilmelidir.
Ayrıca, karbon emisyon verilerinin işlenmesi ve saklanması sırasında Türkiye’deki KVKK ve AB’deki GDPR düzenlemelerine uyulmalıdır.[xv] Yanlış veri yönetimi hem hukuki hem finansal riskler yaratabilir. Bu nedenle hukuk firmalarından mevzuat danışmanlığı, sözleşme revizyonları, veri koruma politikalarının hazırlanması ve raporlama süreçlerinin hukuki denetimi hizmetleri alınmalıdır. Olası yaptırımlar ve uyuşmazlıklarda ise hukuki temsil sağlanması önem taşır.
Sonuç olarak, CBAM hem teknik hem hukuki açıdan kapsamlı hazırlık gerektirir. Yasal yükümlülüklere uygun hareket eden firmalar cezai risklerden korunur, AB ile sürdürülebilir ticari ilişkilerini güvence altına alır. Bu yüzden ihracatçı firmalar, mühendislik ve çevre danışmanlığının yanında kapsamlı hukuki destek almalıdır.
Konuya ilişkin detaylı bilgi almak için bize buradan ulaşabilirsiniz.
Büromuzun Uluslararası Ticaret ve Gümrük Hukuku ile Sözleşmeler Hukuku alanındaki çalışmaları hakkında detaylı bilgiyi internet sayfamızdan alabilirsiniz.
Elfin Selen ERMİŞ
Uçar Hukuk & Danışmanlık Bürosu
Düzenleyen: Av. Baver UÇAR
KAYNAKÇA
[i] Şeker, A. (2020). Uluslararası Ticaret. Nobel Yayınevi.
[ii] United Nations Environment Programme. (2013). Annual Report 2013.
[iii] Şeker, C. (2023). Örgütlerde Yeşil Mutabakat. Eğitim Yayınevi.
[iv] Avrupa Parlamentosu ve Konsey. (2023). Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nın oluşturulmasına ilişkin Tüzük (AB) 2023/956. AB Resmi Gazetesi, L130/52.
[v] T.C. Ticaret Bakanlığı. (2023). Avrupa Birliği Karbon Sınır Uyarlama Mekanizması (CBAM) Bilgilendirme Rehberi.
[vi] Cedars Digital. (2024). The comprehensive impact of CBAM: Sectors, reporting and future prospects. https://www.cedars-digital.com/the-comprehensive-impact-of-cbam-sectors-reporting-and-future-prospects/
[vii] CRU Group. (2024). European prices will rise as CBAM starts to bite. https://www.crugroup.com/…/european-prices-will-rise-as-cbam-starts-to-bite/
[viii] Dünya Ticaret Örgütü. (t.y.). Ticaret Politikası Gözden Geçirme Mekanizması (Ek 3). DTÖ Anlaşması.
[ix] Genel Gümrük ve Ticaret Anlaşması (GATT). (1947). Madde I; Genel Gümrük ve Ticaret Anlaşması (GATT). (1947). Madde III.
[x] Genel Gümrük ve Ticaret Anlaşması (GATT). (1947). Madde X; Kaya, T. (2018). Uluslararası Ticaret Hukuku. T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını.
[xi] World Trade Organization. (1998). United States – Import prohibition of certain shrimp and shrimp products (Shrimp–Turtle), Appellate Body Report, WT/DS58/AB/R, 12 October.
[xii] KPMG Türkiye. (2023). CBAM: Raporlama Yükümlülükleri, Hukuki Riskler ve Stratejik Hazırlık.
[xiii] EY Türkiye. (2023). CBAM: Karbon Sınır Uyarlama Mekanizması’nın Ticaret ve Hukuki Yükümlülükleri.
[xiv] İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV). (2023). CBAM ve Türkiye: Ticaret ve Hukuki Uyum Açısından Etkiler.
[xv] Kişisel Verileri Koruma Kurumu (KVKK). (2023). Veri işleme süreçlerinde uyulması gereken ilkeler ve GDPR karşılaştırması