2020’nin Ocak ayının başında dünya geneline yayılmaya başlayan virüs sebebiyle Dünya Sağlık Örgütü tarafından küresel acil durum ilan edilmiş ve yeni tip virüs Covid-19 olarak adlandırılmıştır. 11 Mart 2020’ye gelindiğinde virüs sebebiyle yaşamını kaybedenlerin sayısındaki artış ve küresel çaptaki yayılışı itibariyle virüsün artık “pandemi” olarak nitelendirildiği açıklanmıştır. Aynı gün Türkiye’de ilk vakanın tespit edilmesiyle birlikte bu durumun ve ortaya çıkardığı gelişmelerin geçerli olan hukuk düzeninde ne anlama geldiğinin tespiti için mücbir sebep kavramının incelenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Yürürlükteki borçlar hukukumuzda, birinin kusurundan ve bu kusuruna bağlı olarak ortaya çıkan zarardan dolayı sorumlu tutulabilmesi için “illiyet bağı” unsuru aranmaktadır. İlliyet bağı, kişinin sorumluluğundan bahsedilebilmesi için aranan temel şarttır. Eğer somut olayda illiyet bağının varlığından söz edilemiyorsa borçlar hukuku çerçevesinde tazminat hukukundan da söz edilemeyecektir. İlliyet bağının kesilmesi, yani “uygun olmayan illiyet” iki şekilde ortaya çıkabilir: uygunluğun yokluğu veya uygunluğun kesilmesi.
Bir sebep, genel hayat tecrübelerine ve olayların normal akışına göre, somut olayda meydana gelen türden bir sonucu doğurmaya niteliği itibariyle elverişli değil veya elverişli olmamakla birlikte ortaya çıkan başka bir sebeple arka plana atılmışsa, uygun olmayan illiyet söz konusu olacaktır.[1] İlliyet bağını kesen sebepler ise mücbir sebep, zarar görenin kusuru ve üçüncü kişinin kusuru olmak üzere üçe ayrılmaktadır.
Hukuk sistemlerinde mücbir sebeplerin sınırı belirlenirken iki farklı görüşten yararlanılmaktadır: sübjektif ve objektif teori. Sübjektif teoriye göre somut olayda olağandışı olarak gerçekleşen durumun mücbir sebep olarak değerlendirilebilmesi ve bu şekilde illiyet bağını kesebilmesi için, söz konusu somut olaydaki şartlara göre gösterilebilecek azami özen gösterilmiş olsaydı bile önlenemeyecek bir durum olması gerekmektedir. Sübjektif teoriye göre ön plana çıkan ve daha çok benimsenmiş olan objektif teoriye göre ise, durumun kaynağının sorumlu kişinin işletme ve faaliyeti dışında olması, o durumu mücbir sebep haline getirmektedir.
Tartışmalı tanımlamalarıyla birlikte mücbir sebep, kısaca: sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun ya da borcun ihlaline, mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olay olarak tanımlanabilir.[2] Ayrıca söz konusu bu olağandışı durumun sözleşme kurulurken varlığından bahsedilemeyecek, sonradan ortaya çıkmış bir durum olması gerekmektedir. Buna göre, kişilerin kendi aralarında kurdukları hukuki ilişkiden bağımsız olarak kaynağını başka bir yerden aldığı kesin olan küresel bir salgının mücbir sebep teşkil edeceği ve bu beklenmeyen mücbir sebep nedeniyle ortaya çıkacak herhangi bir zarardan dolayı kişilerin sorumluluğundan bahsedilemeyeceği, çünkü illiyet bağının kesilmiş sayılacağı düşünülebilir. Şöyle ki; mücbir sebep, zarar verenin faaliyet ve işletmesi dışında kalan bir olay olmak zorundadır ve hakim görüşe göre mutlak değil nispi olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle belirli olayların önceden mücbir sebep olarak belirlenmesi ve diğer olayların bu kavramın dışında tutulması mümkün görülmemektedir. Ayrıca zararın kaynağı, mücbir sebep olarak kabul edilen olay nedeniyle zarar verenin bir davranış normunu ihlal etmesi veya sözleşmeden doğan bir borcunu yerine getirmemesi olmalıdır.
Hukukumuzda mücbir sebebin varlığından bahsedilebilmesi için “kaçınılmazlık” ölçütü de aranmaktadır. Kaçınılmazlık kavramı, mücbir sebep yönünden karşı konulmazlık ve önlenmezlik kavramlarını da barındırmaktadır. Bu noktada umulmayan olay ile mücbir sebep arasındaki fark da ortaya çıkmaktadır. Umulmayan olayda kaçınılmazlık nispidir ancak mücbir sebepte mutlak ve objektiftir. Bu nedenle de mücbir sebep değerlendirmesi yapılırken zarar verenin kişisel özellikleri bu kapsamın dışında tutulmaktadır.
Görüleceği üzere, mücbir sebebin şartları gerçekleştiği zaman artık kişinin kusurundan söz edilemeyecektir. Kusurun başladığı yerde mücbir sebep, mücbir sebebin başladığı yerde kusur sona ermektedir.[3] Ayrıca sözleşme kurulduktan sonra öngörülemeyen bir şekilde ortaya çıkan ve kaçınılmaz olan mücbir sebep nedeniyle, taraflardan bu durumdan önce belirlendiği şekilde borçlarını ifa etmelerinin ve yükümlülüklerini yerine getirmelerinin beklenmesi Medeni Kanun (“TMK”) m.2/1 ve m. 3 nezdinde dürüstlük kuralına da aykırı olacaktır.
Sonuç olarak Covid-19, tek başına mücbir sebep olarak kabul edilerek sorumlu ile zarar arasındaki illiyet bağının kesildiği anlamına gelmemektedir. Söz konusu virüs sebebiyle, virüsten önce kurulmuş olan hukuki ilişkilerdeki sorumluluk kavramlarının değiştiğini ve bu mücbir sebep nedeniyle artık varlığından bahsedilemeyeceğini söylemek güçtür. Her somut olay kendi içerisinde değerlendirilerek kanundaki şartların gerçekleşip gerçekleşmediği tespit edilmelidir. Mücbir sebep, davranış normunu ihlalin veya borca aykırılığın uygun sebebi olmalıdır.[4] Ancak bu şekilde mücbir sebep olduğu kabul edilebilir.
Covid-19 nedeniyle tarafların birbirlerine karşı olan borçlarını ifa edememesi, Borçlar Kanununda (“TBK”) yer alan ifa imkansızlığı durumunun ortaya çıkmasına neden olabilecektir. Böyle bir durumda, TBK m. 136’da yer aldığı üzere:
“Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkansızlaşırsa borç sona erer.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır.
Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.”
Buna göre bir borç ilişkisinde Covid-19 sebebiyle ifanın imkansızlaşması söz konusu ise bildirim ve gerekli önlemleri alma sorumluluğu da gündeme gelecektir. Ayrıca tacirler için de ayrı bir durum söz konusudur. Çünkü Ticaret Kanunu (“TTK”) m. 18/2 hükmüne göre basiretli bir iş insanı gibi davranmak zorunda olan tacirlerin göstermek zorunda olduğu özenin ölçüsü, tacir olmayanlara göre daha ağır olarak belirlenmiştir. TBK m. 136’da belirtilen kusursuz imkansızlığın sebebi olan mücbir sebebin tacirler için mevcut olup olmadığının belirlenmesinde “basiretli tacir” ölçüsü büyük önem taşımaktadır. Bunun bir sonucu olarak; tacir olmayanlar için mücbir sebep teşkil eden bir durum, tacirler için mücbir sebep teşkil etmeyebilecektir.
Dünya geneline yayılmış bir salgın hastalık olan Covid-19’un Türkiye’deki yayılma hızı göz önünde bulundurulduğunda ciddi tehlike arz ettiği açıktır. Bu durumda işçilerin ve işverenlerin kanunda yazılan yükümlülüklerini yerine getirmemeleri halinde sorumlulukları doğabilecektir. İşverenin çalışma hayatındaki temel yükümlülüğü çalışanını koruma ve gözetme borcudur. Bu yükümlülüğün iş sağlığı ve güvenliği alanına yansıyan bölümünde; çalışanın sağlığını ve vücut bütünlüğünü korumak için çaba göstermek, çalışanı işyerinde, çalışma ortamından ve yapılan işten kaynaklanan risklere karşı uyarmak, bilgilendirmek, korumak, riskler ortadan kaldırılamıyor ise, çalışana gerekli koruyucu donanımı tahsis etmek yer almaktadır.[5] Bu nedenle İş Kanunu’nun da amacına uygun olarak, tacirler ve tacir olmayanlar için TBK ve TTK’da getirilmiş olan sorumluluk esasları kapsamında, her somut olay kendi içerisinde değerlendirilerek mücbir sebep tespit edildiğinde ancak kişilerin hakları korunabilir.
Sonuç olarak Covid-19 sebebiyle insanların yaşam şekli önemli bir değişikliğe uğradığından, kişilerin aralarındaki ilişkiyi düzenleyen kuralların da oluşan sonuçları öngöremediği durumlarda genel hükümlere başvurulması ve kanunun da yetersiz kaldığı durumlarda değişmesi gerekebilecektir.
Stj. Av. Cemre Belçim GÖLBAŞI
Uçar Hukuk & Danışmanlık Bürosu
Referanslar:
[1] s. 577, Eren, Fikret. Borçlar Hukuku Genel Hükümler. 20. Ankara: Yetkin Yayınları, 2016. Baskı.
[2] (Eren, 579)
[3] (Eren, 585)
[4] (Eren, 582)
[5] s. 251-260, Tokol, Aysen ve Yusuf Alper. Sosyal Politika. 8. Bursa: Dora Basım-Yayın, 2017. Baskı.